Avrupa Komisyonu’nun yaklaşık 2 hafta önce yayımladığı ve tüm dünyanın kaderini etkileyebilecek Avrupa Yeşil Düzeni planı AB’nin 2050 yılına kadar karbon nötr olması için yol haritasını ortaya koyuyor. Prof. Dr. Etem Karakaya planın neler içerdiğini ve ulaşılabilirliğini tartışırken, Türkiye’yi neden yakından ilgilendirdiğini açıklıyor.
YAZI: Prof. Dr. Etem Karakaya, Ekonomist, İklim Değişikliği ve Enerji Uzmanı, [email protected]
Avrupa Birliği (AB) 11 Aralık 2019 tarihinde iklim değişikliği yükümlülüğü açısından çok önemli ve radikal bir adım attı. İklim değişikliği konusunda küresel anlamda her zaman liderliğini gösteren Avrupa Komisyonu “Avrupa Yeşil Düzeni” (European Green Deal-AYD) planı ile üye ülkeler coğrafyasında 2050 yılına kadar “karbon nötr” (sıfır emisyon) olmak için yol haritasını kamuoyu ile paylaştı (EC, 2019).
Komisyon’un yeni başkanı Ursula von der Leyen, AYD planı için “Avrupa’nın aya insan göndermesi” gibi çok radikal bir karar olduğunu söylüyor, yeşil düzenin ekonomik büyümede söylemi değiştireceğini; kirli, karbon temelli ekonomik büyüme yerine enerji ve materyal verimli, döngüsel ekonomiyi esas alan karbonsuz bir ekonomik büyüme modeli geliştirdiklerini vurguluyor. Dahası, “Yeşil düzen uygulamasını başarılı bir şekilde uygulayacak Avrupa’nın, diğer ülkelere rol model olacağını ve bu ülkelerinde yeşil bir dünya dönüşümü için çaba göstereceğini umduğunu” belirtiyor.
Bilindiği gibi, 2015 yılında sağlanan Paris Anlaşması, dünyanın sıcaklık artışını 2 derecenin altında, mümkünse 1.5 derecede tutmak için ülkelerin bu yüzyılın ortasına kadar karbon nötr (sıfır-emisyon) olması gerektiğini belirtiyor. Son yıllarda yapılan birçok bilimsel çalışma, ülkelerin mevcut politikalarla hedeflenen 1.5 dereceyi tutturmalarının mümkün olmadığını, mevcut politikaların yerkürenin ısısını 3 dereceye çıkartacağını ortaya koyuyor. Bu anlamda, son yıllarda akademik çevreler ve yeşil toplum örgütleri bu hedefe ulaşmak için ülkelerin radikal bir dönüşüme gitmesini ve ancak yeni bir yeşil düzen (green deal) ile yerkürenin 1.5 derecenin altında kalacağını savunuyor. 2018 yılı sonrasında ABD’de Kongre üyesi Alexandria Ocasio-Cortez’in başını çektiği bir grup Demokrat Partili üye, 2020 yılı seçimleri için yine Yeşil Yeni Düzen adı altında karbonsuzlaşmayı hedefleyen ekonomide yeni dönüşüm planlarını tartışmaya açmıştı. Gelecek 10 yılda hedefe ulaşacağını iddia eden bu plan, Amerika’da Cumhuriyetçiler, hatta bir takım demokrat üyeler tarafından bile realistik bulunmamış ve bir çok eleştiriye maruz kalmıştı (Valatsaz, 2019). Ancak, AB gibi 28 üye ülkeden oluşan büyük bir pazarı temsil eden ve geçmiş başarılı performansı ile küresel iklim müzakerelerinin lideri olan bir birliğin “Avrupa Yeşil Düzeni” adı altında 2050 yol haritasını sunması her açıdan olağanüstü bir gelişme.
AYD’nin İçeriği
Paris Anlaşması uyarınca, AB, emisyonlarını 2030 yılına kadar 1990’lar seviyesinin %40 altına düşürmeyi taahhüt etmişken 2050 yılı için kesin bir hedef belirlememişti. AYD ise, 2030 hedefini yükselterek 1990 yılına göre %50-55 azaltma ve 2050 hedefini %100 azaltma taahhüdünde bulunuyor. Ekonomik büyümeyi doğal kaynak kullanımından ayrıştırmayı ve AB’yi yeni bir sürdürülebilir büyüme yoluna sokmayı hedefleyen AYD planı, AB’nin yeni büyüme stratejisi olarak lanse ediliyor. Plan 2050 yılına kadar üye ülkelerin karbon nötr olması için yol haritasını genel bir çerçeve içinde çizerken, bu hedefe ulaşmak için eylem planın içeriği konusunu 2020 yılı içinde tamamlamayı öngörüyor. Mevcut yol haritası içerisinde, halihazırda alınan 2030 ve 2050 emisyon hedefleri haricinde, adil dönüşüm mekanizmasının oluşturulması ve 100 milyar euroluk adil geçiş fonunun (just transition fund) bu amaç için hazırlanması gibi somut kararlar yer alıyor. Hedeflenen dönüşümün nasıl sağlanacağı konusu ise başlı başına büyük bir meydan okuma ve Avrupa Komisyonu’nun, diğer kurum ve üye ülkelerle yoğun çalışmasını gerektiriyor. Bu anlamda, öncelikle yapılacaklar listesi oldukça kabarık. 2020 yılının başlarında alınmış olan siyasi kararları hukuki bir yükümlüğe dönüştürecek bir iklim yasası, ülkelerin Nationally Determined Contributions (NDC- Ulusal Katkı Beyanları) planlarının belirlenen yeşil düzen anlaşmasına göre hazırlanması, yine yeşil düzene uyarlanacak şekilde oluşturulacak yeni eylem planında daha önceden belirlenmiş olan yenilenebilir enerji, enerji verimliliği gibi hedeflerin yeniden belirlenmesi, Avrupa Emisyon Ticareti Sistemi olan EU ETS’ye dahil olacak yeni sektörlerin ve faaliyetlerin saptanması, yeni sanayi stratejisi ve döngüsel ekonomiye geçiş eylem planı, tarım politikasında tarladan sofraya stratejisi (farm to fork) ve karbon sınır düzenleme uygulaması gibi bir çok önemli ve tartışmalı konu AB’yi bekliyor.
Görüleceği gibi, yeşil iklim düzeni AB’nin daha önceki hedef ve programlarından çok daha kapsamlı ve köklü adımları içeriyor. Daha kapsamlı çünkü sadece iklim değişikliği açısından yetinmeyip, biyolojik çeşitlilikten, atık ve hava kirliliğine kadar tüm çevre konularını önceleyip, döngüsel bir ekonomik model ile kirliliği azaltacak ve kaynakların verimli kullanımını artıracak eylemler içeren bir yol haritası sunuyor. Daha radikal ve köklü, çünkü 2030 ve 2050 hedefi olarak bu seviyede bir azaltım ve dönüşüm programı sunan başka bir ülke ya da blok mevcut değil. AYD’nin bir diğer çok ayırt edici özelliği ise, iklimle mücadeleyi sadece kendi coğrafyasıyla sınırlı tutmayıp, aldığı yeni kararlarla konuyu küresel ölçekte bir eylem haline dönüştürme potansiyeli taşıması.
AYD, Avrupa’da üretim ve tüketim kalıpları ve sosyal yaşantısında tamamen sürdürülebilir yeşil bir toplumsal dönüşümü gerektiriyor. Bu anlamda, müreffeh, sosyal açıdan kapsayıcı ve çevresel açıdan sürdürülebilir bir ekonomiye dönüşümün başarılmasında piyasaları, devlet düzenlemelerini, kamu ve özel kesimi ve sivil toplumu birleştiren entegre bir strateji sistematiği geliştirilmeli.
Avrupa Komisyonu, önümüzdeki yıldan itibaren altyapısı oluşturulacak böylesi bir dönüşümün 25 yıl gibi uzun dönemli bir strateji ile ancak karbon nötr bir Avrupa yaratılabileceğini belirtiyor. Bu anlamda, politika yapıcıların ve araştırmacıların böyle bir dönüşümü nasıl sağlayacağını kapsamlı bir şekilde çalışması gerekiyor. Yeşil düzenin tüm boyutları ile makroekonomik etkisi analiz edilmeli. Bu şekildeki bir köklü dönüşümün nasıl başarılacağı noktasında, AYD’deki içeriğe bakarak, şu üç unsurun önemli olacağı söylenebilir: Planın adil dönüşüm ayağı, endüstriyel politika ayağı ve yatırım-finansman ayağı.
Birinci ayak, adil bir dönüşüm nasıl sağlanabilir? Amaçlanan radikal dönüşümü konuşurken neyi dönüştürmek istediğimiz önemli bir konu. Burada kastedilen konu net. Her ortamda duyduğumuz “kömüre hayır”, “karbona hayır” söylemlerinden kömürün tamamen yer altında bırakılması ve üretim süreçlerinden men edilmesi ve karbon yoğun diğer üretim kalıplarının terk edilmesi. Ancak, yeşil düzene geçiş için dönüşüm sağlandığında fosil yakıt kullanımına dayalı enerji yoğun sektörlerde ciddi ekonomik ve sosyal olumsuzluklar baş göstermesi kaçınılmaz. Bu sektörlerin temiz üretime geçmesi ya da kömürde olacağı gibi tamamen vazgeçilmesi, birçok işletmenin kapanmasına yol açacağı ve istihdama ciddi darbe vuracağı için bu sektörlerde önemli sayıda insan işsiz kalacak. Bu konuda, Avrupa’da özellikle ekonomik yapısı ve enerji içeriği fosil-bağımlı olan yeni üye ülkelerin ciddi endişeleri ve itirazları var. Özellikle elektrik üretiminde kömürün payı %80 olan Polonya, böyle bir dönüşüme geçişin mümkün olmayacağını belirtip yaşanacak ekonomik ve sosyal maliyetlerin karşılanmasını talep ediyor ve bu nedenle mevcut planı onaylamıyor.
Bu anlamda dönüşümün ikinci ayağı tüm endüstrilerde kapsamlı bir sektörel politika değişikliğidir. Yeşil düzenin öncelikli sektörlerinin hangileri olduğu tespit edilip, bu sektörlerin nasıl destekleneceği ve bu dönüşüm için ne tür strateji ve enstrümanlar geliştirileceği konuları detaylı şekilde çalışılmalı. İlgili sektörlerde hedeflenen dönüşümün gerçekleşmesi için teknolojik inovasyona destek sağlamak ve toplumun tüketim davranışlarının değiştirilmesi gerekiyor. Bu anlamda, endüstriyel politikaların sadece arz yönlü değil, toplumu değiştirmeye yönelik talep yönlü politikaların da öncelikli olarak planlanmasını gerektiriyor. Dahası, dönüşümden olumsuz etkilenecek paydaşlar için yeni istihdam olanakları, eğitim ve kurslar, artan enerji ve materyal fiyatlarından olumsuz etkilenecek düşük gelirli bireyler için ekonomik ve sosyal güvenlik garantisi gibi çözüm politikaları hazırlanmalı. Haliyle bu dönüşümün üçüncü ayağının yatırım ve finansman politikası olduğunu söyleyebiliriz. Dönüştürülecek ağır sanayi ya da karbon yoğun sektörlerden kaynaklanan ekonomik ve sosyal olumsuzlukları bir refah devleti olarak, ülkeler nasıl minimuma indirecek? Geçiş döneminde yatırımlar bu açıdan önemliyken diğer yandan düşük karbonlu ve iklime dirençli faaliyetlerin destek ve teşviki için yatırım sağlanmalı ve bu konuda finansal düzenlemeler hazırlanmalı.
AYD tüm Avrupa’da, planlanan sürdürülebilir yeşil dönüşüm için özel ve kamu fonlarından önümüzdeki 10 yılda ilave 1 trilyon euronun kanalize edilmesi gerektiğini söylüyor ve sadece kömürden vazgeçecek ve dönüştürülecek karbon yoğun sektörler ve bölgelerin ekonomik ve sosyal maliyetlerinin korunması ve çözümü için 100 milyar euroluk bir adil geçiş fonu ile kaynak yaratmayı hedefliyor. 2030 yılına kadar 1 trilyon euroluk özel ve kamu yeşili yatırımlarının kilidini açmak için Avrupa Komisyonu 2020 yılında bir “yeşil finansman eylem planı” hazırlayacak.
AYD’nin duyurulmasının hemen ertesinde, Avrupa Parlamentosu ve Konseyi, dünyada ilk defa sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin neler olduğunu sınıflandıran bir “yeşil liste” hazırladı. Bu yeşil liste sayesinde, ilk kez yatırımcılar ve üreticiler “yeşil” faaliyetin ne olduğunu net bir şekilde bilecek ve bu gruba giren faaliyetlere ucuz ve kolay finansman desteği sağlanacakken, sahte-yeşil ve listede olmayan kirli üretim faaliyetleri önümüzdeki dönemde ciddi engellerle karşılacak.
AYD’nin Küresel Ölçekte Etkileri
AYD’nin diğer ayırt edici bir özelliği, planın küresel bir etkiye sahip olması. Tanıtım metninde belirtildiği gibi iklim değişikliği ve biyolojik çeşitliliğe neden olan itici faktörler ulusal sınırları aştığı için “Yeşil Düzenin çevresel hedef açısından vites yükseltmesi (environmental ambition), Avrupa’nın tek başına hareket etmesi ile sağlanamaz” (EC, 2019, p.2). Bu nedenle, AB işbirliği noktasında komşu ve partner ülkelerle diyaloğunu, uzmanlığını ve finansal desteğini paylaşmayı amaçlıyor. Öte yandan, uluslararası rekabette dezavantajlı duruma düşmemek ve karbon sızıntısını önlemek amacıyla, Avrupa Birliği dış ticaret ve uluslararası yatırım ve finansman politikalarında büyük değişiklikleri öngörüyor. Bu değişiklikler kabaca şu alt başlıklarla sıralanabilir;
1- Paris Anlaşması’nı onaylamayan ülkelerle yeni serbest ticaret anlaşmasının yapılmaması
2- Karbon sınır düzenleme mekanizması (carbon border adjustment mechanism)
3- Finansman sağlama
4- Standartlar ve eko-etiketleme
Yukarıda listelenen uygulamalar faaliyete geçtiğinde özellikle AB ile komşu ve dış ticareti yüksek olan Türkiye gibi ülkeler başta olmak üzere, AYD küresel ölçekte ciddi sonuçlar doğuracak. Yukarıda listelediğimiz ve AB-dışı ülkeleri önemli derecede etkilemesini beklediğimiz bu kararlara detaylı bir şekilde göz atalım.
Yeşil düzene göre, AB bundan böyle başka ülkelerle yapacağı serbest ticaret anlaşması gibi liberalleşmeye yönelik anlaşmalar için aday partner ülkenin Paris Anlaşması’nı “onaylama ve etkin bir şekilde uygulaması” ön şartını getiriyor (EC, 2019, p.21). Dikkat edilirse, metin partner olacak ülke için sadece onaylamayı yeterli görmüyor, daha ileri giderek etkin bir şekilde uygulanması şartını öne sürüyor. Paris Anlaşması’nı şimdiye kadar onaylamayan tek partner ülke Türkiye ve anlaşmadan çıkan ülke ABD’dir. Türkiye’nin halihazırda AB ile Gümrük Birliği ortaklığı mevcut ancak gündemde bu ortaklığın güncellenmesi bulunuyor. Dolayısıyla, güncelleme müzakereleri yapılırken Türkiye için bu şartların uygulanmasının söz konusu olup olmayacağı net olmamakla beraber, böyle bir duruma hazırlıklı olmak gerekir.
Plan içerisinde en dikkat çekici ve tartışmaya açık konu sanıyorum AB’nin 2021 yılında ticari partnerlere karşı uygulamayı planladığı “sınır karbon düzenleme mekanizması” olacak. Küresel ölçekte en büyük etkiye neden olacak olan bu AYD uygulamasının, yükümlülük almayan ülkelere karşı hem rekabetten korunma hem de karbon sızıntılarını önleme güdüsüyle alındığı anlaşılıyor. AB, içerisindeki karbon yoğun işletmelere korbon nötr olma yolunda ciddi yükümlülükler getirip, Avrupa Birliği Emisyon Ticareti Sistemi ile karbonu fiyatlayıp bu maliyetleri ilgili işletmelere yüklerken, yurt dışındaki emisyon yükümlülüğü olmayan bir ülke işletmesinin aynı tür malı hiçbir maliyete tabi olmadan AB içine satmasının gerçek anlamda bir rekabet sorunu yaratacağı açık. Dahası, AB içinde bu tür ürünleri üretmek karbon fiyatı nedeniyle maliyetli olduğu için kolaycılığa kaçıp, aynı ürünü ithalat yoluyla azaltım yükümlülüğü olmayan ülkeden satın almak ise (örneğin, Almanya’da bir otomobil frmasının daha ucuza geldiği için çeliği Türkiye’den ithal etmesi), yükümlülük sahibi AB ülkesinin emisyonları gerçek anlamda azalttığı anlamına gelmez. Karbon sızıntısı (leakage) dediğimiz bu tür sonuçlar, yükümlülük sahibi olmayan ithalatçı ülkenin emisyonlarından da düşülmediği için, gerçekte küresel emisyon artışına neden olacak. Bu nedenle, son yıllarda, AB ülkelerinin özellikle tüketim- temelli emisyonlardaki azaltım başarısının daha önemli olduğu belirtiliyor. Karbon sınır düzenleme mekanizması, bu anlamda her iki soruna da çözüm olma yeteneğine sahip (Claeys et al., 2019). AB yaklaşık 3,9 trilyon euroluk AB-dışı ticaret rakamıyla dünyanın en büyük ticari bloku olması nedeniyle, uygulanacak karbon sınır düzenlemesinin, küresel ölçekte ciddi etkiler doğuracak potansiyeli bulunuyor. Türkiye gibi dış ticaretinin yarısı AB üye ülkelerle olan bir ülkede, bu uygulamanın etkisi haliyle daha büyük olacak.
Temel sorun karbon sınır düzenlemesinin nasıl tasarlanacağı ve Dünya Ticaret Örgüt (DTÖ) kurallarına nasıl uyum sağlayacağı. İthalata konu olan ürünün karbon içeriğinin doğru olarak yansıtılması için, AB’nin önünde iki seçenek var. İlki, normal şartlarda hemen akla gelen karbon sınır vergisi uygulaması. İkinci seçenek ise, AB ETS direktifinin değiştirilerek, karbon yoğun sektörde faaliyet gösteren ithalatçı firmayı kendi ETS sistemine dahil etmesi şeklinde olabilir (Mehling, et al, 2019). Buna göre, ithalatçı firma, kendisine tahsis edilen emisyon miktarına göre, AB ETS piyasasında oluşan fiyatı esas alarak, emisyon permisi satın alır. Bu sayede, Avrupa içerisindeki firmalar ile yurt dışından ithalat yapan firmalar rekabet noktasında eşitlenmiş olur. Kişisel kanaatimize göre, AB’nin 2021 yılı içinde uygulayacağı sistem, yukarıda bahsettiğimiz seçeneklerden ikincisi şeklinde olacak. Bunun nedenlerinden ilki, küresel ölçekte bir karbon vergisi uygulaması için AB içinde oybirliği şartı gerekirken, AB ETS direktifinin revizyonu oy çokluğu ile alınabileceğinden, bu uygulamaya geçmek daha kolay olacak (Mehling, et al, 2019). Dahası, karbon sınır vergisinin uygulanması DTÖ ilkeleri açısından ciddi sorun taşıyabilir ve fiili uygulamada önemli zorluklar baş gösterebilir. Örneğin, Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği Anlaşması olması, ilgili uygulamanın bir gümrük vergisi niteliğinde olmasını zorlaştırıyor. Zira, Gümrük Birliği anlaşmasına göre, doğası gereği, Türkiye ile AB ülkeleri arasında tüm sanayi malları gümrüksüz olarak ticarete konu olmalı. O nedenle, Türkiye’ye karbon sınır vergisi uygulamak, ortaklığın ilkelerine aykırı. Ancak AB içinde yerli üreticilerin tabi olduğu ETS kuralı gereği, ithalatçılara emisyon kullanım tahsisi ile karbonun fiyatlandırılması, nispeten daha uygun şekilde ticari ortak ülkelere de uygulanabilir. Türkiye açısından bir pozitif gelişme, AB tarafından toplanacak bu kaynağın, tekrar Türkiye’de iklim finansmanında kullanılması söz konusu olabilir. Karbon sınır düzenleme mekanizması, her halükârda, hangi seçenek olursa olsun uygulamada ciddi zorluklarla karşılaşacak. Gelecekte nasıl olgunlaşacağını görmek gerekir.
Planın küresel etkisi yine ilgili metinde bahsedilen önlemlere bağlı olarak dolaylı ve doğrudan, kirli yatırımlara finansman kısıtlaması ve ürünlere uygulanacak standartlar ve çevresel etiketleme uygulaması ile olacak. Örneğin, yukarıda bahsettiğimiz “yeşil liste” yatırım yapılacak ya da finansman sağlanacak ekonomik faaliyetler, Avrupa sınırı dışında da geçerli olacak. Kirlilik sığınağı hipotezine göre, Kyoto ya da Paris Anlaşmaları ile emisyon azaltımı yükümlülüğü almış ülkeler, özellikle kirli ve karbon yoğun üretimlerini, yükümlülük almamış, çevresel düzenlemeleri zayıf olan ülkelere kaydırıyorlar. Bu konuda özellikle çimento, demir-çelik ve kimya sektöründe Türkiye’ye bir kısım Avrupalı yabancı sermaye yatırımları geldiği biliniyor. Bundan böyle, bu tür şirketlerin hem finansman bulması, hem de “yeşil liste” şartına uymaması nedeniyle cezalandırılması ya da topluma ifşası söz konusu olacak. Dahası, AYD’de öngörüldüğü gibi her bir ürün üzerinde ne kadar karbon içeriği olduğu çevresel etiketle zorunlu hale getirilirse, sadece yerli ürün değil, ithal ürünler de bu standarda tabi olacaksa, çevre duyarlılığı yüksek olan 500 milyonluk Avrupa müşterilerine bizim gibi ülkelerin mal satmaları daha da zorlaşacak. Bütün bunlar, Türkiye’ye Paris Anlaşması’nı onaylama ve uygulama zamanı geldiğini gösteriyor. Aksi takdirde, Türkiye sadece böyle bir dönüşüm sürecini ıskalamakla kalmayacak, aynı zamanda bahsedilen uygulamalarla sektörleri zaten büyük bir maliyetle karşı karşıya kalacak.
Görüleceği gibi, yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı, AYD’nin sadece Avrupa ile sınırlı kalmayıp, küresel ölçekte ülke ve firmaları yeşil üretime yönlendirme potansiyeli oldukça yüksek.
AYD Başarılı Olabilir mi?
AYD, her ne kadar umut vaat edici nitelikte olsa da, böyle bir dönüşümün gerçekleşmesinin önünde birçok sorun ve engellerin olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Öncelikle böyle bir dönüşümünün ciddi biçimde sancılı olacağını görmek gerekiyor. Çünkü radikal dönüşüm bir çok sektörde sermaye yapılarını değiştirecek, karbon yoğun üretim bölgelerinde sosyal sıkıntılara ve itirazlara yol açabilir. Her ne kadar birçok araştırma, Avrupa kamuoyunda iklim değişikliği ile mücadelenin, yoksulluktan sonra en fazla destek gördüğünü gösterse de, bu dönüşümden olumsuz etkilenecekler kesimlerde ciddi rahatsızlık ve baş kaldırılar olacağına, fosil yakıt fiyatları artışı sonrası Fransa’da gördüğümüz “sarı yelekliler” protestosu önemli bir gösterge.
AYD duyurusu yapıldığının ertesi günü İngiltere’de genel seçimler yapıldı ve Boris Johnson liderliğindeki Muhafazakarların tek başına iktidarı kazanmasıyla aynı zamanda BREXIT tartışmasının sonlandığı ve Birleşik Krallık’ın AB üyeliğinden ayrılacağı kesinleşti. Bu yeni durum haliyle, AB’nin gücü ve etkinliği açısından ciddi anlamda olumsuzluğa yol açabilir. Avrupa’nın kalabalık nüfuslu ve gelişmiş ülkelerinden birisi olan Birleşik Krallık, üye ülkeler arasında emisyonlarını en fazla azaltan ülkelerin başında geliyor. Dahası, genel olarak, AYD planında öngörülen adil dönüşüm için finansal destek sağlayacak ülkelerin başında, birlikten çıkmasaydı yine Birleşik Krallık olacaktı. İngiltere’nin de dahil olduğu bir AYD daha güçlü, inandırıcı ve etkileyici bir dekarbonizasyon planı olabilirdi. Şimdi bu planı “İngiltere’siz” sağlamaya çalışmak daha güç olacaktır.
Dünyanın bugünkü ekonomik durumuna bakıldığında, yakın gelecekte refahını artırmayı amaçlayan ve AB’nin toplamda yol açtığı emisyonlardan üç kat fazla emisyon salan dünya lideri Çin ve onunla ticaret savaşına giren dünyanın ikinci en büyük kirleticisi ABD yönetiminin negatif tutumu diğer bir sorunu teşkil ediyor. ABD-Çin ticaret savaşına harcanan zaman israfı iklimle mücadele için yapılacak diplomatik çabaların enerjisini yok ederken, iklim krizine inanmayan Trump yönetiminin inatçı tutumu Çin içerisindeki kömür ve kirli üretim lobilerinin de aleyhte tutum alması ihtimalini güçlendiriyor.
Bütün bunlara rağmen, AB’nin geçmiş performansı, iklimle mücadele ve ekonomik büyümeyi aynı zamanda sağlamayı başarabildiğini gösteriyor. Örneğin 1990-2018 yılları arasında AB seragazı emisyonlarını %23 azaltırken ekonomik büyümesini de %61 artırmayı başarabilmiş. Şimdiki yeşil yeni düzen yol haritası önceki hedeflerden çok daha radikal bir ekonomik dönüşüm gerektirse de birliğin geçmiş performansı bu hedefleri tutturabileceğinin ispatı olarak karşımızda duruyor.
Son olarak, AB ekonomilerinin, yaklaşık son 20 yılda ekonomik büyümelerini sağlama yönünde ciddi bir zayıflama ve hantallaşma döneminde oldukları görülebilir. Bu şekilde düşük ekonomik büyüme potansiyeli, Yeşil Düzen için belirlenen hedeflere ulaşma noktasında bir handikap olarak değerlendirilebilir. Bu argümanın aksine, şahsen, AYD yol haritasının, Avrupa ekonomileri için bir kurtuluş reçetesi olabileceğini düşünenlerdenim. Şöyle ki, yeni dünya düzeninde iklim değişikliği ciddi bir sorun olarak görülüp, tüm dünyada dönüşüme yol açacak şekilde gelişirse, bu yolda ekonomik ve teknolojik dönüşümü ilk gerçekleştiren esaslı kıta Avrupa olacaktır. Negatif faizlerin kalıcı olmaya başladığı bu dönemde, yeşil düzen için gerekli olan trilyonlarca euronun finansmanını sağlamak çok da zor olmayacak. Dahası, kamu ve özel sektör eliyle yapılacak bu ilave dönüşüm yatırımları, orta ve uzun vadede Avrupa ülkelerinin düşük büyüme potansiyellerine ivme kazandırabilir, uygulanacak yeşil politikalar sonucu materyal ve enerji verimli teknolojik dönüşümle uluslararası rekabet sağlanabilir. 27 ortaklı bir ekonomik pazarda, fosil temelli üretimi cezalandıran, yeşili özendiren tüm politika ve enstrüman ve söylemle, AB bunu başarabilecek kapasiteye sahip. Bu çağın yeni endüstriyel devriminin öncüsü olmak, Avrupa ülkelerine ciddi avantaj sağlayabilir. En nihayetinde, AYD , hem çevre ile dost hem de ekonomik refahı sağlayan bir yöntem olabilir. Bunların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini önümüzdeki dönemde hep birlikte gözlemleyip, tecrübe edeceğiz.
Referanslar
European Comission (2019) “The European Green Deal”, https://ec.europa.eu/info/sites/info/files/european-green-deal-communication_en.pdf
Claeys, G., Tagliapietra, S., & Zachmann, G. (2019) “How to make the European Green Deal work”, Bruegel Policy Contrib., 13.
Mehling, M. A., van Asselt, H., Das, K., Droege, S., & Verkuijl, C. (2019) “Designing border carbon adjustments for enhanced climate action”, American Journal of International Law, 113(3), 433-481.
Valatsas, Dimitris (2019) “Green Deal, Greener World”, Foreign Policy, December 2019.