Kömürden çıkışın adil olması ve toplumsal destek görmesi için refah kayıplarının net olarak hesaplanması ve bu kayıpların tazmin edileceğine dair güvence verilmesi gerekiyor. İhtiyaç duyulan kaynakların bir kısmı, 2008-2017 yılları arasında senede 335 milyon dolar olarak hesaplanan, kömür üretimine yönelik teşviklere ayrılan devlet bütçesinden karşılanabilir.
Dr. Sinem AYHAN
Geride bıraktığımız sene boyunca küresel ortalama sıcaklıklar, ilk defa her ay, sanayi öncesi dönemin ortalamasının 1,5°C üzerinde kaydedildi. Bunun bir sonucu olarak da seller, kasırgalar, kuraklıklar ve orman yangınları gibi, etkisi giderek artan aşırı hava olaylarını somut bir şekilde deneyimledik. Bu gidişatı durdurmak, hiç şüphesiz, fosil yakıt kullanımının sonlandırılmasını gerektiriyor. Fosil yakıtlar arasında da kömür, küresel karbon emisyonlarının yaklaşık %40’ına sebep olması nedeniyle, bu tartışmaların en kritik ve öncelikli konusu olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’nin enerji sistemi, hâlâ büyük ölçüde kömüre bağımlı; elektriğin neredeyse %40’ı kömürden üretiliyor. Buna karşın kömür madenciliği, ülke ekonomisinde oldukça sınırlı bir rol oynuyor: Kömür ve linyit madenciliğinin katma değerinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payı %0.1 seviyesinde; toplam istihdamdaki payı ise yaklaşık binde bir. Buna karşın üretimin belli bölgelerde yoğunlaşmış olması, kömürden çıkılması durumunda bu toplulukların ciddi refah kaybı yaşayacağına işaret ediyor.
İklim tartışmalarında giderek daha sık duyduğumuz “adil dönüşüm” kavramı, işte bu noktada büyük önem taşıyor. Enerji sistemindeki dönüşümün, işçilerin çıkarlarıyla çelişmek zorunda olmadığını savunan bu yaklaşım, sosyal adaleti önceliklendiren politikalar geliştirmenin ve “insana yakışır, kaliteli işler” yaratmanın önemine dikkat çekiyor.
Türkiye, henüz kömürden çıkış için bir taahhütte bulunmadı. Ancak bu dönüşümün, kömüre bağlı topluluklar nezdinde dirençle karşılaşması kaçınılmaz. Dönüşümün toplum tarafından kabul edilmesi için ise kartları açık oynamak büyük önem taşıyor: Oluşacak toplumsal refah kaybının hesaplanması, etkilenecek kesimlerin bilgilendirilmesi ve kayıpların tazmin edilmesi için planlar yapılması gerekiyor.
Türkiye, Kömürden Çıkış Tarihi Vermeyen Beş OECD Ülkesinden Biri
Bugün pek çok kömür üreticisi ülke, kömürden çıkış tarihi açıklamış durumda. Enerji düşünce kuruluşu Ember’ın Ekim 2024’te yayımladığı rapora göre 38 üyesi olan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 14 üyesi şimdiden kömürden çıktı; 13 üye devlet ise Paris Anlaşması hedefleriyle uyumlu bir şekilde 2030 yılına kadar kömür enerjisini aşamalı olarak sonlandırmayı taahhüt etti.
Bu ülkeler arasında birçok Avrupa Birliği (AB) ülkesinin yanı sıra Kanada, Şili, İsrail ve Yeni Zelanda gibi ülkeler yer alıyor. AB’nin en büyük kömür üreticileri olan Almanya ve Polonya ise kömürden çıkış tarihlerini sırasıyla 2038 ve 2049 olarak duyurdu. Ancak kömürden çıkış konusunda herhangi bir taahhütte bulunmayan beş OECD ülkesi de dikkat çekiyor: Avustralya, Japonya, Kolombiya, Meksika ve Türkiye.
Türkiye ayrıca dünyanın en büyük 20 kömür üreticisinden biri; üstelik yeni kömürlü termik santral kurulumunda Çin ve Hindistan’ın ardından üçüncü sırada yer alıyor. Ülkenin enerji talebinin dörtte üçü, fosil yakıtlardan karşılanıyor. Elektrik üretiminde kömürün payı, %38 civarında.
Kömür Madenciliğinin Ekonomideki Rolü Çok Sınırlı
Ancak enerji sektörünün kömüre olan bağımlılığına rağmen kömür ve linyit madenciliğinin katma değerinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payı, bugün itibarıyla yalnızca %0.1 seviyesinde. Kömürün toplam istihdamdaki payı da ihmal edilebilir düzeyde: 2021 yılında, otuz üç bin kayıtlı çalışanıyla kömür madenciliği, Türkiye genelindeki toplam istihdamın yaklaşık binde birini oluşturuyor.
Ne var ki belirli bölgelerde yoğunlaşmış olan kömür üretimi, bu bölgelerdeki istihdam açısından büyük öneme sahip. Örneğin taş kömürü üretiminin merkezi olan Zonguldak’ta kömür madenciliğinde çalışanların oranı %6’ya kadar çıkıyor.
Bu bölgelerin kömürden çıkıştan nasıl etkileneceğinden söz ederken, kömür madenciliği sektörüyle ilişkili ulusal politikaların etkilerini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Hem Sağlık ve Çevre Riskleri hem Ücretler Yüksek
Kömürün çevresel etkilerinin geniş ölçüde bilinmesine ve sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinin de toplum tarafından doğrudan tecrübe edilmesine rağmen kömürden çıkışın hâlâ büyük bir direnç konusu olduğu söylenebilir. Bunu, Mayıs 2024’te Soma’da gerçekleştirdiğimiz çalışmada da gözlemledik. Nitekim 2014 yılından sonra iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin artırılmasına yönelik düzenlemelere ek olarak Maden Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, yer altı madenciliğinde çalışan işçilere asgari ücretin iki katından daha az ödeme yapılamayacağı hükme bağlandı. Haftalık çalışma süresi 37,5 saat ile sınırlandırıldı; haftalık tatil süresi ise bir günden iki güne çıkarıldı.
Bu iyileştirmeler, özellikle Soma gibi kayıt dışı maden ocaklarının ve kayıt dışı madenci istihdamının oldukça düşük olduğu bölgelerde, kömürü – sağlık ve çevresel risklere rağmen – bölge halkı için ayrıcalıklı bir konumda tutmaya devam ediyor. Bu durum, kömürden çıkış sürecinde toplumsal kabul edilebilirlik sağlama ve sosyal diyalog oluşturma gibi meseleleri daha da karmaşık hale getiriyor.
Refah Kayıplarını Açıkça Tartışabilmeliyiz
İstihdam kaybı sonucu yaşanacak toplam gelir kayıplarını nicelleştirebilmek için Türkiye’de Sosyal Sigortalar Kurumu’na kayıtlı çalışanlara ilişkin verileri kullanarak bir analiz yaptık. Buna göre kömür madenciliği sektöründe çalışan işçiler, alternatif işlerde çalıştıkları takdirde, kömürdeki kazançlarının ortalama %60’ını elde edebiliyorlar. Bu ücret farkı, genç nüfus arasında çok daha yüksek olduğu gibi, bölgeler arasında da önemli değişiklikler gösteriyor.
Kömürden çıkışla birlikte ciddi gelir kayıpları yaşanacağına dair hipotezimizi güçlendiren bu bulgu, çifte asgari ücret uygulaması göz önünde bulundurulduğunda şaşırtıcı değil. Kömür madenciliğinin yüksek riskli doğası nedeniyle sektör çalışanlarına ödenen ücretler, başka ülkelerde de asgari ücretin oldukça üzerinde. Bu, anlaşılabilir bir durum: Ücret farkı, bir “risk primi” olarak değerlendiriliyor.
Toplulukların bu gelir avantajı kaybına direnç göstermesi muhtemel; hatta doğal bir sonuçtur. Esas mesele bu direnci aşabilmek ve toplumun bu dönüşüm sürecini kabul etmesini sağlayacak güçlü ve kapsayıcı bir sosyal diyalog mekanizması geliştirmek. Bu dönüşümün yol açabileceği olası refah kayıplarını açıkça tartışmanın, yani kartları açık oynamanın, bu zorluğun üstesinden gelmemizde önemli rol oynayacağı kanısındayım.
Refah Kaybı Tazmininde Teşvikler Hesaba Katılmalı
Refah kayıplarını hesaplarken ve nasıl tanzim edilebilecekleri üzerine düşünürken vurgulanması gereken bir diğer önemli konu ise kömür üretimini destekleyen devlet teşvikleri.
2014’ten sonra başlatılan çifte asgari ücret uygulamasının işverenlere yarattığı mali yükü hafifletmek için bu ödemelerin bir kısmı doğrudan devlet tarafından karşılanıyor. Bunun yanı sıra kömür sektörü; kapasite ödemeleri, kömür arama ve üretim teşvikleri, kamu işletmelerine doğrudan transferler ve satın alım garantileri gibi çeşitli sübvansiyonlarla ciddi şekilde destekleniyor. Bu sübvansiyonların güncel detaylı rakamlarına ulaşmak zor; ancak 2008 ile 2017 yılları arasında kömür madenciliğine yönelik toplam yıllık devlet desteğinin yaklaşık 335 milyon ABD doları civarında olduğu tahmin ediliyor.
Kömürden çıkış senaryosunda toplam refah kaybının tazminine ilişkin devlete düşecek mali yükü hesaplarken, devletin halihazırda sağladığı bu teşviklerin de bu yükten mahsup edilmesi gerektiğini hatırlamak gerekiyor.
Kömür yanlısı politikacılar -ekonomisi kömüre bağlı bölgelerde yaşayanlar için ciddi bir endişe kaynağı olan- kömürden çıkışla birlikte yaşanacak istihdam ve gelir kayıplarından sıklıkla bahsediyorlar. Dolayısıyla bu sürecin politik ve toplumsal açıdan kabul edilebilirliğini sağlamak için, bu konuya ciddiyetle eğilmek gerekiyor.
Dönüşümün yol açacağı istihdam ve gelir kayıplarını netlikle ortaya koymamız; en çok etkilenecek kesimleri, iş kollarını ve bölgeleri belirlememiz; bu kayıpların telafisi için ne kadar bütçe ayrılması gerektiğini tespit etmemiz gerekiyor. Refah kayıpları meselesini kömürden çıkış tartışmalarının dışında tutmak, sürecin etkinliğini ve sürdürülebilirliğini ciddi şekilde riske atacaktır.