Türkiye’nin COP28 kapsamında hiçbir deklarasyona, niyet bildirimine ve işbirliğine imza atmadığını hatırlatıp, pasif yaklaşımının ayrıntılarına kısaca bir göz atalım.
YAZI: Barış DOĞRU
30 Kasım’da Dubai’de başlayan Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi COP28’in sonuna yaklaşıyoruz. Sonuç bildirgesi merak ve biraz da tedirginlikle beklenirken, konferansın en sessiz ve gizemli ülkesi ise Türkiye olabilir. COP28’de Türkiye temsilcilerinden tek bir açık söz duyuldu. Bu da, asıl olarak en yoksul ve iklim krizinden en çok etkilenen ülkelere yönelik olarak kurulan ve zirve boyunca içinde 700 Milyon dolar civarında bir bağış biriken Kayıp ve Zarar Fonu’ndan yararlanma talebiydi (Bu arada fonda biriken para gelişmekte olan ülkelerin iklim krizi nedeniyle her yıl uğradığı zararların %0.2’sinden bile az). Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, zirve öncesinde, COP28 Başkanı Sultan Al Jaber ile bir video konferans görüşmesinde Türkiye’nin iklim değişikliği karşısındaki kırılganlığına dikkat çekerek, “Bizim ‘Kayıp ve Zarar’ fonu içerisinde olmamız elzemdir, kaçınılmazdır” dedi. Ancak Türkiye’nin bu talebi, uzun zamandır bu konudaki tutumuyla çelişmesinin yanı sıra, bilim insanları ve iklim aktivistleri tarafından adil de bulunmuyor.
Diğer yandan resim olarak açıklanmasa da, COP28’in en temel gündemi ve 1.5 derece hedefini tutturmak için kritik bir öneme sahip olan “fosil yakıtlardan çıkış” anlaşması konusunda da, Türkiye müzakere heyetinin olumsuz bir tavır aldığı konuşuluyor. Hem de bu karara ayak direyenler, mesela Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ya da ekonomisi büyük oranda fosil yakıtlara dayalı Rusya’nın tersine, kayda değer bir fosil yakıt rezervi olmamasına karşın.
Bu, Türkiye’nin iklim müzakerelerine yönelik “Agresif” yaklaşımı; tabii işin bir de “Pasif” tarafı bulunuyor. Türkiye’nin COP28 kapsamında hiçbir deklarasyona, niyet bildirimine ve işbirliğine imza atmadığını hatırlatıp, pasif yaklaşımının ayrıntılarına kısaca bir göz atalım.
Yenilenebilir Enerji ve Türkiye: Neden Bir Arada Değil?
Türkiye’nin COP28 sürecinde imza atmaktan imtina ettiği en önemli deklarasyonlardan “Küresel Yenilenebilirler ve Enerji Verimliliği Taahhüdü” (Global Renewables and Energy Efficiency Pledge) idi. Bu çerçevede, aralarında Arnavutluk Zimbabve, Almanya, ABD, Fiji ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin de bulunduğu 123 ülkenin altına imza attığı taahhüt, “1,5 dereceyi ulaşılabilir kılmak için, farklı başlangıç noktaları ve ulusal koşulları dikkate alarak, 2030 yılına kadar dünyanın mevcut yenilenebilir enerji üretim kapasitesini en az 11.000 GW’a çıkarmak için birlikte çalışma”yı içeriyor. COP28’in Başkanı Dr. Sultan Al Jaber’in açıkladığı taahhüt ayrıca, enerji verimliliğindeki küresel ortalama yıllık artış oranını iki katına çıkarmayı hedefliyor. Türkiye’nin, devasa yenilenebilir enerji potansiyeline rağmen, Çin ve Hindistan ile birlikte bu deklarasyona imza atmadığını bilmiyoruz.
Türkiye’nin COP28’de imza atmadığı bir başka deklarasyon ise “Sürdürülebilir Tarım, Dayanıklı Gıda Sistemleri ve İklim Eylemi COP28 BAE Deklarasyonu” oldu (COP28 UAE Declaration on Sustainable Agriculture, Resilient Food). Hemen hiçbir sayısal veri ve taahhüt içermeyen bildirge, iklim değişikliğinin getirdiği zorunluluklara yanıt verebilmek için ülkelere tarım ve gıda sistemlerini “adapte etmeleri ve dönüştürmeleri” çağrısında bulunuyor. Bu sefer aralarında Çin’in de bulunduğu 152 ülkenin imza attığı ve “eşi benzeri görülmemiş olumsuz iklim etkilerinin tarım ve gıda sistemlerinin direncini giderek tehdit ettiğini” vurgulayan bildirge, tarım ve gıda sistemlerinin iklim değişikliğine yanıt verme potansiyelini vurguluyor. Aynı zamanda, “Paris Anlaşması’nın uzun vadeli hedeflerine tam olarak ulaşmadaki tüm adımların tarım ve gıda sistemlerini içermesi gerektiğinin” altını çiziyor. Peki büyük bir tarım ülkesi olan, ihracatında tarım ürünlerinin önemli bir rol oynadığı Türkiye bu bildirgeyi niye imzalamadı? Yanıt meçhul…
Tamam bunları imzalamadık, peki “Yenilenebilir ve Düşük Karbonlu Hidrojen ve Hidrojen Türevleri için Sertifika Şemalarının Karşılıklı Tanınmasını” talep eden “COP28 Niyet Deklarasyonu”nu (COP28 Declaration of Intent) neden imzalamamış olabilir ki Türkiye? Bu sefer aralarında Hindistan’ın da olduğu 36 ülkenin imzacısı olduğu bu niyet deklarasyonundan ne gibi bir kaygısı olabilir acaba Türkiye’nin? Üstelik büyük bir yeşil hidrojen potansiyeli olduğu konuşulurken… Yanıtsız bir soru daha.
Peki “COP28 Cinsiyete Duyarlı Adil Geçişler ve İklim Eylemi Ortaklığı”na (COP28 Gender-Responsive Just Transitions and Climate Action Partnership) ne dersiniz? 69 ülke imza atmış. Üstelik aralarında Çin ve Bangladeş de bulunuyor. Kadın ve kız çocuklarının iklim eylemine dahil edilmesi ve geçiş süreçlerinde mağdurluklarını önlemeyi hedefleyen bu ortaklığa imza atmanızı engelleyen ne olabilir?
Tamam belki kadınları ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin geçtiği bir ortaklık fazla çekici gelmedi. “İklim Eylemi için Yüksek Hedefli Çok Düzeyli Ortaklıklar (CHAMP) için Koalisyon” (Coalition for High Ambition Multilevel Partnerships (CHAMP) for Climate Action) imza atmak için gayet uygun olmaz mıydı, iklim krizinden ağır bir şekilde etkilenen ve İklim Yasası’nı yakın bir zamanda çıkarmaya hazırlanan bir ülke için. İmza atan ülkelerin bulunduğu alfabetik listeye bakıyoruz. Türkiye’nin imzasının olması gelen yere. Sri Lanka, Türkmenistan, Ukrayna… Ne yazık ki burada da Türkiye yok…
Finansman İhtiyacımız Yok muydu?
COP28’de açıklanan bir başka önemli deklarasyon da “İklim, Yardım, İyileşme ve Barışa İlişkin COP28 Bildirgesi” (COP28 Declaration on Climate, Relief, Recovery and Peace) idi. Temel amacı “İklim Adaptasyonu ve Dirençlilik için Finansal Desteğin Güçlendirilmesi” olarak özetlenen deklarasyona 74 ülke imza atmış. Dünyanın bu kadar barışa ihtiyacı varken, Filistin’deki çatışmalara dair barış çabalarını bu kadar önemli bulurken Türkiye’nin bu deklarasyona imza atmamasının, uyum finansmanına katkı vermekten çekinmesi olabilir mi? Ama imza atan ülkeler arasında iklim krizinden ağır bir şekilde etkilenen ve ekonomik olarak da oldukça zayıf Bangladeş, Etiyopya ve Sudan’ın olması, bunun bir finansal katkı deklarasyonu olduğunu göstermiyor mu? Yine yanıtsız sorular…
COP28’in önemli gündemlerinden biri de sağlık ve iklim krizi ilişkisiydi. Hatta ilk kez tematik günlerden biri bu konuya ayrılmıştı. Ve bunun sonucu olarak “İklim ve Sağlık COP28 BAE Deklarasyonu” (COP28 UAE Declaration on Climate and Health) ilan edildi. İklim krizi konusundaki sağlık sorunlarına dikkat çeken ve bu konuda çalışmalar yapılmasını talep eden Deklarasyon’un imza atan ülkeler listesi Arnavutluk’la başlıyor ve Zimbabve ile bitiyor. 121 imzacı ülke arasında Türkiye’nin olmaması, iklim krizinin sağlığa yönelik bir etkisi olmadığını düşünmemizden mi kaynaklanıyor?
COP28’de imza atılan deklarasyonlar geçişini “COP28 Küresel Soğutma Taahhütleri” (Global Cooling Pledge for COP28) ile tamamlayalım. COP28 sırasında AB Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin 2023’ün altı ayında sıcaklık rekorlarının kırıldığı; 2023 yılının bir bütün olarak gelmiş geçmiş en sıcak yıl olacağı yönündeki araştırma sonuçlarının ışığında, soğutma ihtiyacının giderek büyüyeceği ve buna bağlı emisyonların artacağı açık bir gerçek. Bu emisyonların sınırlandırılması, azaltılması için neleri, nasıl yapmamız gerektiğini söyleyen Deklarasyon’a 61 dünya devleti imza atmış. Antigua ve Barbuda ile başlayan ve yine Zimbabve ile nihayetlenen listede yine bir ülkenin imzası yok? Bunu tahmin etmeyi size bırakıyorum.
Pasif-agresif yaklaşımın, insan ilişkilerinde ilerletici bir rol oynadığını sanmıyorum. İklim müzakerelerinde de bir işe yaraması pek de mümkün görünmüyor. Peki bu davranış bozukluğu olarak görülebilecek yaklaşımın arkasında ne var, ya da mantıklı bir açıklama var mı?
COP28’deki Türkiye Müzakere heyetine yönelttiğimiz sorulara yanıt alabilirsek, mantık ya da değil bir açıklamaya ulaşmış olacağız. Halen yanıtlarını alamadığımız sorular ise şöyle:
1- COP28’deki Küresel Stok Değerlendirmesi (GST) tartışmalarında Türkiye’nin fosil yakıtlardan çıkış ya da azaltım konularına itiraz ettiği konuşuluyor. Bu doğru mu? Kömürden çıkış ittifakı da en son 7 ülkenin katılmasıyla beraber daha da büyüdü. Türkiye bu ittifakın içerisinde yer almayı düşünmüyor mu? Benzer şekilde geçtiğimiz yıl güncellenen NDC’yi güçlendirme planı var mı?
2- COP’un ilk haftasında başta yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği hedeflerini artırma olmak üzere, gıda ve sağlık konularında taahhütler veren ülkeler oldu. Türkiye ise bu taahhütlere imza atmadı. Nedenini öğrenebilir miyiz?
Özellikle 2023’ün başında yayımlanan Ulusal Enerji Planı’nı da göz önüne aldığımızda yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği hedefini artırma planı Türkiye’nin planlarıyla uyuşmuyor mu? Buradaki çekince nedir?
Yine Türkiye’nin, yenilenebilir enerjiyi 2030’a kadar 3 katına çıkarma hedefinin GST metnine eklenmesine itiraz ettiği konuşuldu. Bu doğru mu?
Bahsi geçen anlaşmalara imza atılmaması Türkiye’nin kendini iklim politikalarında yalnızlaştırdığı şeklinde yorumlanıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
3- Türkiye Kayıp ve Zarar fonundan yararlanmak istediğini COP’un başında açıkladı. Ancak, Yeşil İklim Fonu çerçevesinde uzun yıllar emisyon azaltım teknolojilerine yatırım yapmak amacıyla fondan yararlanmak istediğini belirtmiş, kırılgan ülkelerin beklediği desteğe talip olmadığını aktarmıştı. Şimdi bu pozisyonunu değiştirdi ve bu nedenle de ulusal ve uluslararası STK’lar tarafından eleştirildi. Bu eleştiriler ve pozisyon değişikliğine dair neler söylemek istersiniz?
4- Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin COP’a ev sahipliği yapmak istediğini Liderler Zirvesi’nde bir kez daha belirtti. Biyoçeşitlilik zirvesini ise Şubat ayında yaşadığımız deprem felaketi gerekçesiyle iptal etmişti. Türkiye nasıl bir COP hayal ediyor ve COP’a ne zaman ev sahipliği yapmak istiyor?