İklim değişikliği kaygıyı artırıyor. ‘Dünyanın sonunun geleceği’ düşüncesi, sürekli endişe haline sebep oluyor. Uzmanlar ‘’Eko-anksiyete gittikçe yaygınlaşacak.’’ dedi.
YAZI: Aslı ATAKAN
Aşırı hava olaylarının artması, kuraklık, yükselen deniz seviyeleri ve biyolojik çeşitlilikteki düşüşler bireylerin iklim değişikliğinin yıkıcı etkileriyle daha çok karşılaşmasına neden oldu. Özellikle, son dönemde yaşanan aşırı ısınma ve orman kayıpları bu zamana kadar görülmeyen bir eko-anksiyete seviyesini beraberinde getirdi. Dünyanın geleceği üzerine duyulan devamlı endişe şiddetini artırdı. Uzmanlar, kaygı eşiğinin aşılması halinde, bireylerin psikolojilerinin olumsuz yönde etkileneceğini söylüyor.
Sürekli bir tehlike hatırlatıcısı, ruh sağlını bozarak, genelleşmiş anksiyete bozukluğuna yol açıyor. Bu kaygıya ‘eko-anksiyete’ adını veriliyor. Eko-anksiyete, insanların iklim değişikliği sebebiyle gelecek hakkında endişelenme kaygısı olarak açıklanıyor. Bazı uzmanlar ‘iklim krizine makul ve gecikmiş bir yanıt’ olarak tanımlıyor.
Endişe, kontrol edilmesi zor hale geldiğinde, yorgunluk, huzursuzluk ve asabiyet duygularına neden oluyor. Panik atak, uykusuzluk, saplantılı düşünme ve iştah değişiklikleri yaşanıyor; depresyon tetikleniyor.
Kanada’da yapılan yakın zamanlı bir araştırmaya göre, 16 ila 25 yaşları arasındaki Kanadalıların yüzde 78’i iklim değişikliğinin genel ruh sağlığını etkilediğini ve en az yüzde 56’sının kendini güçsüz, üzgün ve korkmuş hissettiğini bildirdi.
Terapist Jared Knoll eko-anksiyete için, “Neredeyse herkes bunun bir yönünü yaşıyor” dedi.
İklim Mücadelesinde Kaygı Düzeyi Önem Taşıyor
İklim değişikliğinin bireyler üzerindeki etkisini inceleyen diğer bir çalışma, kaygı düzeyleri yüksek bireylerin, iklim eylemlerinde daha çok yer aldığını belirtti. Ayrıca cinsiyet, siyasi görüş, kültürel/etnik köken, eğitim düzeyi, kent/kır yaşamı özelliklerinin; iklim uzmanlarına duyulan güven ve duygusallık seviyelerinin eko-anksiyeteye neden olduğu ifade edildi. Araştırma, doğayla güçlü bağlara sahip bireylerin, meydana gelen çevresel değişikliklerin daha farkında oldukları için, yüksek düzeyde iklim kaygısına sahip olduklarını belirledi.
Anketler, çevreyi korumada hassas bireylerin, iklim değişikliğinin insan temelli olduğunun farkında olmaya daha eğimli bireyler olduğunu gösteriyor. Özellikle, bu durumdan en çok etkilenenler daha küçük yaş grupları oluyor. Gençler, çevre problemleri üzerine herhangi bir şey yapmak için kendilerini güçsüz hissettiklerini belirtiyor. Bu durum, daha büyük bir kaygı ve suçluluk duygusuna sürüklüyor.
Kaygı bozukluğu, iklim değişikliğinin önlenmesi için gerçekleşecek faaliyetlerin performansını da düşürüyor. Araştırmalara göre, çevre problemlerine karşı duyulan makul endişe, bireyleri elinden gelenin en iyisini yapmaya zorluyor. Suçluluk duygusu, neyin farklı yapılması gerektiğinin anlaşılmasına yardımcı oluyor. Bilim insanları, ekolojik üzüntünün kontrol edilebildiği takdirde dünyaya fayda sağlayacağını söylüyor. Elektrikli araca geçiş, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim, et tüketimini kesmek veya azaltmak, kaynak kullanımında tasarrufa gitmek gibi eylemlere yöneltiyor. İklim kaygısı, özellikle zengin ülkelerde, emisyonları azaltmak için harekete geçmeye motive eden bir güç oluyor.
Uzmanlar, çevre üzerine duyulan kaygı bozukluğunun farkındalıkla başladığını söylüyor. İklim değişikliği nedeniyle hükümetlerin aldıkları önlemler, eğitim ve teşvikler daha fazla çevresel bilinç sağlıyor. Bireyler, durumun ciddiyetine vardıkça endişe seviyeleri artmaya devam ediyor.
Tanınmış bir iklim aktivisti olan Greta Thunberg, 2019 Dünya Ekonomil Forumu’nda yaşadığı kaygıyı vurgulayarak “Benim her gün hissettiğim korkuyu senin de hissetmeni istiyorum. Sonra da harekete geçmeni istiyorum.” demişti.
İklim değişikliği sebebiyle geçim sıkıntısı yaşayan bireyler, eko-anksiyetenin bir diğer yüzünü oluşturuyor. Geçim kaynaklarını ve aile miraslarını kaybetme korkusuna yüksek kaygı eşlik ediyor. Bu durumu yaşayan bireyler ‘sürekli mutsuzluk’ duygusundan bahsediyor.
Kaygının giderilmesi yönelik, birincil kaynak olan medyanın ‘kazanca yönelik’ mesajlar vermesi öneriliyor. Uzmanlar, eylemlerin değiştirilmemesi durumunda olacak felaketlere değil, eylem değişikliği olduğu takdirde alınacak olumlu sonuçların medyada yer alması tavsiyesinde bulunuyorlar.
Uzmanlar İklim Terapisini Öneriyor
Uzmanların bir diğer önerisi ise iklim terapisi. Terapistler, sürece, ‘vatan hasretine duyulan özlem gibi, içinde bulundukları halde gezegenimiz veya çevremiz için vatan hasreti çekme deneyimi’ olarak yaklaşıyor. Çünkü eko-anksiyete, bireyleri, evden izole edilmiş ve ayrılmış hissettiriyor. Süreç, konuşma terapisi ve benzer yöntemlerle işliyor.
Bath Üniversitesi‘nden Liz Marks eko-anksiyete için, ”Bu tedavi etmemiz ya da kurtulmamız gereken bir şey değil. Daha çok birlikte bizi bunaltmasına izin vermeden nasıl birlikte yaşayacağımızı öğrenmemiz gereken bir şey.” yorumunda bulundu. Ayrıca Marks, ”İklim krizi hakkında okumaya harcadığınız zamanın sıklığını ve miktarını azaltmak ve endişede büyük bir artışa neden olmayacak güvenilir bilgi kaynakları seçmeye çalışmak çözüm olabilir.” diye ekledi.
Bilim insanları, eko-anksiyete ile mücadelede doğada olmanın da yardımcı olacağını söylüyor. Ekolojik kaygı kısmen, hayvan ve bitki neslinin tükendiğini, biyolojik çeşitliliğin kaybolduğunu görmekle başlıyor. Bu nedenle doğaya çıkarak doğal güzellikleri görmek ve canlılarla bir arada olmak kaygıyı azaltıyor.
Uzmanlar, artan iklim krizleri nedeniyle önümüzdeki yıllarda çok daha fazla eko-anksiyete bozukluğu ile karşılaşılacağını söylüyor.