Kömür Beyliğine Karşı Rençber Kadınlar-2 - İklim Haber ;
Diğer

Kömür Beyliğine Karşı Rençber Kadınlar-2

İklim/çevre krizinin tarım ve tarım emekçileri üstündeki etkisini, termik santrallar ekseninde değerlendirmek amacıyla hazırladığımız “Kömürün Pençesinde Kadın Tarım Emeği” dosyası dahilinde Türkiye’nin üç farklı bölgesindeki köylerde görüşmeler yaptık. Tarih boyunca gıda üretiminin başrolünde kadınların yer aldığı gerçeğini akılda tutarak ziyaret ettiğimiz Muğla-Milas, Çanakkale-Çan ve Bartın-Amasra’da kadınlardan çiftçilerin sorunlarını, çiftçilerden de kadınların sorunlarını dinledik.

YAZI: İ. Burak YALÇINYİĞİT 

Tarım teknikleri konusuna bir parantez açmalı. Çünkü dünya çapındaki mevcut tarım faaliyeti hiç de masum değil. BM’nin son araştırması, türümüzün gıda üretim sisteminin yıllık küresel seragazı emisyonlarının %35’inden sorumlu olduğunu ortaya koyuyor. IPM-Sabancı Ünv.-Stiftung Mercator Girişimi’nin araştırmasına göre ise Türkiye’nin ürettiği seragazlarının %12’si tarım kaynaklı ve bunun yarı payı hayvancılığın. Aynı araştırma, yukarıdaki paragraflarda öneminden bahsettiğimiz “çiftçiye para yardımlarının” küresel ölçekte yaklaşık %90’ını da “zararlı” diye nitelemiş. Neye? Sağlığa, iklime, doğaya ve çoğu kadın olan küçük ölçekli üreticiye…

Dünya Kaynakları Enstitüsü’nün (WRI) Ağustos’ta yayımladığı rapordaysa tarım desteklerinde bir dönüşüm gerçekleştirilmez ise “çok geniş ve sağlıklı” diye tanımlanan arazilerin kaybedileceği yazıyor. Yani 2050’de 10 milyarlık insan nüfusunun beslenmesi imkansız hale gelecek. O noktaya adım adım, kayıp vere vere gidiyor olduğumuzu ve şu anda yaşadığımız tüm yerel krizlerin bunlar gibi istatistiklerle bağlantılı olduğunu tekrar düşünelim.

Dolayısıyla tarımı geliştirici desteklerin içeriği oluşturulurken bölgenin toprak ve iklim özellikleri, bitkinin/tohumun türü ve cinsi, “hangi pazarın ihtiyacı ne ve nasıl karşılanacak”  gibi noktalar iyice düşünülmeli. Eski/yeni doğru bilgiler ile eski nesil ya da dijital tarım teknolojileri bu şartlara bakarak uygulanmalı; ekonomik külfet getirmeyecek şekilde kurgulanmalı. Aslında elimizde kılavuz niteliğinde bir liste de var. Bakıp, “yaşanmakta olan iklim değişikliği tarım sektörüne ne şekillerde yansıyor” diye sormalı, sağlamasını yapmalı:  Verim azalışı, sulama suyu talebi ve maliyetinin artışı, dikim ve hasat zamanında kaymalar veya değişiklikler, ürün yetiştirme elverişliliğinde azalma, daha fazla hastalık…

Toprağın Dostu Tarım

Şimdi “kömür işletmeciliği ve kadın tarımı” konusuna dönebiliriz. Önce kadınların tarımsal faaliyet bağlamındaki konumları nedir, ona bir bakalım.

Kadınlar ülkeden ülkeye cinsiyet ayrımcılığı/yoksulluk keskinleştikçe, sosyal baskılar sonucu çok dar fiziksel çevrelerde aktif olabiliyorlar ve kanuni hak elde etmeleri zorlaşıyor. Bununla bağlantılı olarak sadece eğitime değil yanı sıra sermayeye, üretim araçlarına ve teknik bilgiye erişim engelleri var.

Bunların akıcı bir şekilde çözüm sürecine girmesi için kadınların “çiftçi” diye tanımlanmış yasal bir mesleki statü edinmelerine elzem olarak bakılıyor. Tarımdaki kadın emeği bu anlamda kayıt dışılıktan arındırılabilirse, mesleki gelişimin önü sistematik bir biçimde açılacak. Bu da tüm coğrafyalarda yoksulluğun azalıp, tarımın yaygınlaşması ve verimin artması demek. Adil güvenceler sunan hukuki düzenleme ve denetimler, yeryüzünde şu an %20 olan kadınların tarım arazileri üstündeki mülkiyet oranını yükseltecek.

Üretim kaynakları üstünde eşit biçimde söz sahibi olmaları halinde kadın çiftçilerin %30’a kadar daha fazla üretmeleri ve yoksulluk çeken bölgelerde 150 milyon insanın açlıktan kurtulması bekleniyor. Finans ve mülkiyet konusunda engellerle karşılaşmayan kadınların küçük ölçekli tarımla uğraştığı farklı bir senaryoda da verimin %26 artacağı öngörülüyor.

Bunlar, -özellikle uzun gıda tedarik zincirlerinin iklim krizine yaptığı katkı düşünülürse-, kadınların ve kadın tarımının yoksulluk, açlık ve iklim kriziyle mücadelede kritik bir rol oynayacağını gösteriyor. Bu anlamda IPM-Sabancı Ünv.-Stiftung Mercator Girişimi’nin tanımlamasıyla “dayanışmacı ilişkiler kurmayı, adil üretim ve aracısız tedarik ilişkileri inşa etmeyi, ekolojik tarım yöntemlerini (onarıcı, koruyucu, yerel) kullanmayı hedefleyen ve politik olarak gıda egemenliği yaklaşımına yakın duran” alternatif gıda ağlarının yaygınlaşması, güçlenmesi gerek. Yerel yönetimlerin aynı değerleri paylaşarak alternatif gıda ağlarını desteklemesi halinde, uzun sürmesi beklenen süreçlerin kısalması ve bu ağların direnç kazanması mümkün.

Emekçi Ama Ev Kadını, Çiftçi Ama İşsiz

Peki Türkiye’de iklim ve doğa düşmanı enerji politikalarının yereldeki kadın çiftçiyle ilişkisi günlük yaşamda nasıl işliyor?

Çiftçi aileler kömür madeni, termik santral gibi işletmelerin arazi ihtiyacının (!) karşılanması için topraklarından vazgeçmeye mecbur bırakılırken pek çok gelir kaynağını da yitiriyor. Ellerinde kalan imkanlarla faaliyete devam etmek isteyen çiftçilerin, bu sefer de bu tesislerin tarım ve hayvancılık üstündeki yıkıcı etkileri sebebiyle eli kolu bağlanıyor. Üretimin miktarı ve ürün kalitesinin sürekli düşmesiyle geçim sıkıntısı yaşayan aileler başka mesleklerle ilgilenerek çözüm yaratmaya çalışıyor. Yerel üretimin bu şekilde yok olmaya yüz tutmasıyla doğan boşluk ise endüstriyel gıda şirketlerince dolduruluyor. Toprağı kimyasallarla kamçılarken kârı artırıp sonu hızlandıran bu şirketlerin ilaçlı ürünleri de pazarda giderek daha alternatifsiz hale geliyor. Yani gıdanın kaderine hükmeden, tüketicininkine de hükmediyor.

Artık çiftçilik yapamayan kadınlar için ise bu gidişat yoksulluk anlamına geliyor. Çünkü tarım/hayvancılığa alternatif olarak bulunan başka işlerde kadınlar değil, erkek aile fertleri çalışıyor. Bir zamanlar çok daha fazla emek vererek tarım ve hayvancılık yapan kadın böylelikle işsiz kalıyor ve ülkemizde sık rastlanan aile bütçesinin kontrolünün erkekte olması hali, kırsal kesimde iyice pekişiyor. Ekonomik özürlüğünü yitiren kadınlar hep olduğu gibi ev ve bakım işleriyle uğraşmaya devam ederken, bu sefer de aileleri adına gıda maliyetini azaltmak ve ek gelir yaratmak için güneşin doğuşundan batışına kadar toprakta çalışıyor. Fakat cinsiyet ayrımcısı politikalar sonucu bir toplumsal değersizleştirmenin hedefi olan, verilen yoğun emeğe rağmen bunun hiçe sayıldığı “ev hanımlığı”, yerel üretici kimliği kaybolmuş ve sosyal güvencesini yitirmiş kadın çiftçinin yeni kimliği haline geliveriyor.

Bu durum İstanbul Sözleşmesi’ne sırt çevrilen bir ülkede Paris Anlaşması’na atılacak imzanın aşırı eğilip bükülmüş bir imza olacağı endişesini yaşamamız için geçerli sebebi sunmuyor mu?

Devlet politikalarının bir rant alanı olarak fosil yakıt bağımlılığı kurgulaması, “işsizlik-yoksulluk-göç-işsizlik-yoksulluk” treninin de hız kesmeden yola devam etmesi demek. İster tarım havzasında, ister büyükşehirde hangi vagona binersek binelim içeride karşılaşacağımız başlıca unsur emek sömürüsü.

Yani ülkemizde son yıllarda sayısı giderek artan (ve medyada çoğunlukla sadece çevre mücadelesi olarak değerlendirilen) direnişlerde her yaştan kadınların ön safta yer alması boşuna değil.