;
Politika

“Bir Çok Güçlüdür, Her Şey Bir ile Başlar”

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç iklim değişikliğine ilişkin söylem üreten, politika süreçlerine dahil olmaya çalışan kuruluşların önemli ölçüde çevre, doğa koruma ve ekosistem sorunları ile ilgilenen sivil toplum kuruluşları olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının kısıtlı kaynaklarla hem kendi uzmanlık alanlarında; hem de iklim değişikliği sorununun gerektirdiği ekonomik, sosyal, siyasi dönüşümle alakalı çözüm üretmelerinin beklendiğini görüyoruz. Halbuki sorunun büyüklüğü, aciliyeti ve sebep olduğu tahribat; yalnızca çevre konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının çözüm ve politika üretebileceği boyutu ne yazık ki çoktan aşmış durumda.”

2020 yılı boyunca herkesin planlarını altüst eden pandeminin, sizin çalışmalarınız ve sürdürülebilirlik açısından nasıl bir etkisi oldu?

2020 yılına damgasını vuran küresel salgın ne yazık ki hayatın her alanını etkiledi, yaşam şeklimizi önemli ölçüde değiştirdi. Ben bu konuya, salgının doğrudan ya da dolaylı olarak doğa üzerinde yarattığı etkiyi inceleyerek değinmek isterim. Öncelikle salgın ve salgın kapsamında alınan önlemler neticesinde doğanın üzerindeki baskı azaldı. Bunun sonucunda hava kirliliği azaldı ve dolayısıyla hava kalitesi iyileşti. Su kirliliği, gıda atığı, üretim ve inşaatlardan çıkan katı atık miktarı azaldı. Ancak bunlarla birlikte; maske, dezenfektan ve tıbbi eldiven kullanımının artması nedeniyle bu sefer medikal atıklar arttı. Bu medikal atıkların doğru yönetilememesi,  atıkların ayrıştırılması sorununu da beraberinde getirdi. Salgının doğa ile ilintili bir diğer önemli etkisi, insanların doğa ile uyumlu yaşamaları gerektiği konusundaki bilinç ve farkındalıklarının artması oldu. Salgının çıkış nedeni tüm dünyada sorgulanırken, son yıllarda karşılaştığı salgın hastalıkların %60’ının insan kaynaklı olduğu bilgisi hatırlandı. Bir başka ifadeyle; insanlığın gezegenin %75’ini kullanıp, yaban hayata %25’lik bir alan bırakarak doğaya verdiği zararın; yaban hayat kaynaklı hastalık risklerini artırdığı bilgisi ile hepimiz tekrar yüzleştik.  İnsan sağlığının, dünya üzerinde yaşayan tüm varlıkların sağlığına; hatta bir bütün olarak gezegenin sağlığına ve dengesine bağlı olduğu gerçeğini hatırladık. Bu süreçte doğayı korumanın en iyi yolunun aslında en başından doğaya zarar vermemek olduğuna ve imkân verildiğinde doğanın kendisini nasıl yenileyebildiğine bir kez daha şahit olduk. Bu anlamda salgın sonrası dünyada, doğayla daha uyumlu yaşamanın yollarının bulunacağını umut ediyorum. Salgının çalışmalarımızı nasıl etkilediğine gelince, ağaçlandırma faaliyetlerimiz kapsamındaki arazi çalışmalarımızı salgın öncesi dönemde olduğu gibi sürdürebildik. Elbette gönüllülerimiz tarafından sahada gerçekleştirilen faaliyetlerimizin ya da normal koşullarda toplu olarak yapılması gereken etkinliklerimizin zamanlamalarını değiştirdik.

Vakıf olarak faaliyetlerimizin önemli bir kısmını kapsayan eğitim çalışmalarımızda ise, sürece kısa zaman içinde uyum sağladığımızı söyleyebilirim. Tüm eğitim programlarımızı çevrimiçi olarak uygulamaya devam ediyoruz.  Buna ek olarak projelerimiz kapsamında hazırladığımız eğitim içeriklerinin tamamını ise, yine bu dönemde dijital platformlarımızda herkesin erişimine açık hale getirdik.

İkinci olarak, geçtiğimiz yıl hangi alanlarda çalışmalar yaptınız ve önümüzdeki yıl için neler planlıyorsunuz?

TEMA Vakfı olarak temel odağımız toprak. Ancak biz toprakla birlikte dünya üzerinde ekosistemi oluşturan su, orman, biyolojik çeşitlilik gibi tüm doğal varlıkların korunması ve insan kaynaklı iklim değişikliğine dair politikaların ve toplumsal bilincin oluşturulması için çalışıyoruz. Vakıf olarak çalışma alanlarımızı beş başlıkta özetleyebiliriz. Bunlar: Orman, Savunuculuk ve Çevre Politikaları, Kırsal Kalkınma, Eğitim ve Örgütlenme, Gönüllülük. 2020 yılında da tüm faaliyetlerimizi bu beş ana başlık kapsamında sürdürdük. Ağaçlandırma çalışmalarımıza, eğitim program ve projelerimize, kırsal kalkınma projelerimize ve savunuculuk faaliyetlerimize hız kesmeden devam ettik. Vakıf olarak 2020 yılında özellikle doğal alanlara zarar veren, toprak ve su varlıkları üzerindeki geri dönülmez etkileri olan enerji ve maden projelerinin doğaya olumsuz etkilerini anlattığımız ve yetkililere çağrıda bulunduğumuz çalışmalar yapmayı önceliklendirdiğimizi de eklemeliyim. Ekolojik değerler açısından zengin, ekosistemlerin kırılgan olduğu bölgelerde planlanan ve başlayan maden arama ve madencilik faaliyetlerini takip ederek bu konularda farkındalık kampanyalarına, hukuki çalışmalara ve lobi çalışmalarına ağırlık verdik. Bu alanda özellikle kömür ve metalik madenciliğe yöneldik. Örneğin;  Kaz Dağları Yöresi’nde gerçekleştirilen madencilik faaliyetleri ile ilgili oldukça kapsamlı bir rapor hazırlayarak kamuoyuyla paylaştık. Tüm faaliyetlerimizi 81 ilde örgütlenmiş, bugün sayısı 900 bini aşkın gönüllülerimiz sayesinde gerçekleştirdik. 2021 yılı için, yine faaliyet alanlarımız çerçevesinde oldukça yoğun bir çalışma programı hazırladık. Mevcut çalışmalarımızı devam ettirirken, yeni projelerimizi de hayata geçirmeyi umuyoruz.

İklim değişikliği ve sürdürülebilirlik bağlamında, sizce sivil toplumun çalışmalarındaki en büyük sorun nedir? Sivil toplum ve STK’lar bu sorunun değişimi için neler yapabilir? Genel olarak yurttaşlara ve kurumlara neler önerirsiniz?

Sorunuzu sivil toplum kuruluşlarının genel anlamda karşılaştıkları sorunlara değinerek yanıtlamak isterim. Bu sorunları kısaca; kaynak yetersizliği, kamusal bilgiye erişimde yaşanan aksaklıklar, karar alma ve politika oluşturma süreçlerine katılım mekanizmalarının yetersizliği olarak özetlemek mümkün. Bu sorunların tamamı iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik konuları için de geçerli. Ancak iklim değişikliği özelinde konuya daha geniş bir açıdan bakılması gerektiğini düşünüyorum. Zira iklim değişikliği; nedenleri, etkileri, mücadele ve uyum yöntemleri ile oldukça geniş bir konu. Bu sebeple sorunun kendisine de sadece bir çevre ya da ekosistem sorunu gibi değil; aynı zamanda sosyal, ekonomik ve siyasi bir sorun olarak bakmak gerekmektedir.  İklim değişikliği ile uyum ve mücadele; devletlerin, finans kuruluşlarının, şirketlerin, STK’ların ve bireylerin katılımı ve birlikte hareket etmeleri ile mümkün olabilir. Ne var ki bugün iklim değişikliğine ilişkin söylem üreten, politika süreçlerine dahil olmaya çalışan kuruluşlara baktığımızda; karşımıza önemli ölçüde çevre, doğa koruma ve ekosistem sorunları ile ilgilenen sivil toplum kuruluşları çıkıyor. Bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının kısıtlı kaynaklarla hem kendi uzmanlık alanlarında; hem de iklim değişikliği sorununun gerektirdiği ekonomik, sosyal, siyasi dönüşümle alakalı çözüm üretmelerinin beklendiğini görüyoruz. Halbuki sorunun büyüklüğü, aciliyeti ve sebep olduğu tahribat; yalnızca çevre konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının çözüm ve politika üretebileceği boyutu ne yazık ki çoktan aşmış durumda. Dolayısıyla bu konuda gerçekçi adımlar atılabilmesi için konunun;  tarım sektöründen iş dünyasına, ekonomi ve finans kuruluşlarından siyasi partilere, üniversitelerden yerel yönetimlere, eğitim konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarından gençlik örgütlerine kadar, toplumun farklı alanlarında çalışan kişi ve kurumlarca da ele alınması ve politikaların birlikte üretilmesi gerekiyor. İklim değişikliği ile mücadele ve uyum; ancak ilgili kamu kurumlarının, özel sektörün ve bireylerin bir arada çalışması ile mümkün olacak.

Son olarak kamuoyuna yönelik mesajınızı veya çağrınızı almak isteriz.  

Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için toprağa, havaya, suya ve doğal varlıklara hep birlikte sahip çıkmamız ve doğal varlıklara yapılan her müdahaleyi sorgulamamız gerekiyor.  Biz bu motivasyonla; doğadaki tahribatları büyük ve geri dönülmez olan kömür,  altın ve bakır gibi metalik madenleri içeren dördüncü grup madenciliğe karşı savunuculuk faaliyetleri gerçekleştiriyoruz. Ülkemizde yaşayan herkesi de, madencilik faaliyetlerini yakından takip etmeye ve doğal varlıklara hep birlikte sahip çıkmaya davet ediyoruz. Son olarak tüm bu faaliyetleri, gönüllülerimiz ile gerçekleştirebildiğimizi eklemek isterim. Bu sebeple, bu röportaj vesilesi ile ulaştığımız insanları da inandıkları alanda faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşuna gönüllü olarak katılmaya davet etmek isterim. Çünkü rahmetle andığımız Kurucu Onursal Başkanlarımızdan Sayın Hayrettin Karaca’nın söylediği gibi; “Bir çok güçlüdür. Her şey bir ile başlar. Bir olmadan iki olmaz”